1 Aralık 2015 Salı

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat - Stefan Zweig

       Stefan Zweig’le Satranç adlı eseri sayesinde tanıştım. Etkileyici anlatımıyla bir hayli dikkatimi çeken yazarın okuduğum ikinci kitabı buram buram tutku kokan Bir Kadının Yaşamından 24 Saat oldu. Kitap adeta psikoloji ve edebiyatın birleşiminden meydana gelen bir şölen, tıpkı Satranç gibi. Kitabın içeriği ile ilgili özet yapmayı pek beceremiyorum; ama kitaptan kendimce bahsedeceğim. 


       Kitabın konusu tutkunun mantığımızı nasıl devredışı bıraktığıyla ilgili diyesim geldi ama diyemiyorum. Tutkuya dair her ayrıntıya yer verildiği için tanım yapamadım. Kısaca, “Tutku insanı ne kadar etkileyebilir?” sorusunun cevabının muzzam bir şekilde verildiğini söyleyebilirim. 


       Yaşlı bir kadının tutkusunun etkisinde kalarak geçirdiği 24 saatlik bir hikayeden bahsediliyor. Bir güne bu kadar olay ve duygu nasıl sığar? diye düşünmeden edemedim. Zweig, olayları ve beraberinde getirdiği duyguları içimize ustalıkla işliyor ki dümdüz okuyup geçmek mümkün değil. Bazı cümlelerini defalarca okuyup üzerinde uzun uzun düşünürken buluyordum kendimi. Onun eserlerini değerli kılan da bu özelliği bence.  Kısa sayılabilecek bir öykü, ama anlatım tarzı öyle derin ve etkileyici ki hikayeyi karakterlerle birlikte yaşamış kadar oldum.


       Dikkatimi en çok kadının kumar masasındaki elleri tasvir ettiği kısım çekti. Ellere bakış açım değişti resmen yahu! O ne güzel bir anlatımdı öyle. Hayran kaldım. 

      Kitaptan alıntılar: 
***
" İnsanların çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu ısrarla sert bir şekilde duyularına kadar nüfuz etmeyen şey, onları neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden duygularına dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler, İşte o zaman duyarsızlıklarının yerini gereksiz ve aşın öfke alır."
***
"Kuşkusuz devletin mahkemesi bu tip olayları benden daha sert değerlendiriyor; onun görevi genel ahlak kurallarını ve gelenekleri acımasızca korumaktır; bu da onun insanları affetmesini değil, yargılamasını gerektiriyor. Kaldı ki resmi kimliği olmayan ben, neden bir savcının rolünü üstleneyim ki: Ben savunmayı tercih ediyorum. İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum. "



24 Mart 2015 Salı

Eskimeyen Eskiler

Gelmeyeli, yazmayalı ne kadar da uzun zaman olmuş böyle. 
Hayalimdeki bölümün hazırlık aşamasında duygularımı yazmak için açtığım bu sayfada, birkaç ay sonra mezuniyetimi paylaşacağım resmen. Biraz klasik olacak ama, 4 yıl su gibi geçti. Çok masum bir süreç değildi. Güllük gülistanlık hiç değildi. Az acıtmadı 4 yıla sığdırdığım yaşanmışlıklar; ama geçti işte bir şekilde. Acıtıyor falan, ama bir yandan yaralarken öbür yandan kazandırıyor. Yaşattığı sıkıntıyı tecrübelerimizle taçlandırıyor hayat. Belli bir zaman sonra eskiden yaşadığımız zorlantıları tebessümle hatırlayışlarımız da bu yüzden değil mi zaten? Psikoloji'ye başlayalı 4 sene oluyor; peki ya okul hayatıma başladığımdan beri kaç yıl geçti? -Tamı tamına 16 koca yıl! 16 yıl neredeyse bir ömür demek. Bunca sene bu yolda verdiğim emeği anlatmaya kalksam yıllarımı alır. Yepyeni bir hayat için atılmış ilk adım olduğundan ilkokul sürecinin öğrencilik hayatı için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yöndeki düşüncemi de kendi hayatımı düşünerek onaylıyorum. 

Geçenlerde kütüphanemi kurcalarken,
... en masum çağımda heyecanla alıp okuduğum kitaplarımı buldum. 
Kitaplardaki gizli dünyaları keşfetmeye başladığım ilk zamanlar alınmış hepsi.
 2'ye 3'e giderken yani. 

Üstelik aralarında kendi yazarlarına bizzat imzalattıklarım da var, 
Muzaffer İzgü gibi mesela... 
Sene 1999; bundan tam 16 yıl öncesi... Yer ise TÜYAP... 

Hayatım boyunca geçmişin özlemiyle duygulandığım, gözlerimin yaşardığı anlar çok az olmuştur. Bu kitaplar sayesinde yaşadım böyle anlara bir yenisi daha eklenmiş oldu. Ağlaya ağlaya, o zamanki anılarım eşliğinde tek tek hepsinin sayfalarını kurcaladım. Çok başka bir yolculuktu bu benim için. Meğer o dönemin bendeki değeri ne kadar da fazlaymış. 

...
Kitapların yarısının ilk sayfasında benim için çok çok özel olan biricik öğretmenim Hatice Karabacak Balcılar'ın tatlı notları, başarı dilekleri yazıyor. Doğum günlerimi kitaplarla süslemiş, bana hem okumayı hem de kişisel gelişimin önemini öğretmiş fazlasıyla kıymetli biridir o. Üzerimdeki emeğini ne unuturum ne de unuttururum. İşte bu sebepten eğitim hayatımızın ilk yıllarının nasıl geçtiği önemli bence.
 Onun öğrencisi olmak benim için çok büyük şanstı. Bunu şimdilerde daha iyi anlıyorum. 
İyi ki benim öğretmenim olmuş ve iyi ki dokunmuş hayatıma*

***

Öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, çevremiz... Ömrümüz boyunca bir şekilde iletişime geçtiğimiz belki binlerce insan var; kimileri armağan kimileri ise zor bir sınav gibi... Dilerim hepimizin karşısına hep güzel insanlar çıkar ve her birimizin insan ilişkileri çok kuvvetli olur. 
Sevgiyle, umutla, mutlulukla kalın.. kalayım.. kalalım! 


11 Nisan 2012 Çarşamba

" Zaman, sessiz bir testeredir. " der Kant



Son karalamacadan bu yana neredeyse 1 yıl geçmiş. Burayı sınav günlüğü olarak kullanmış, sonuçları öğrendikten sonra çekip gitmişim bu diyardan resmen. :)) İstediğim okulun istediğim bölümüne girememe ihtimalinin verdiği telaşı da yazmışım, sınav sonucunda hedefimi 12den vuruşumu da... Hayat sürprizlerle dolu. O zaman şuan bulunduğum yerin hayalini kurarken şimdi ilk dönemi güzel bi ortalamayla bitirmiş, ikinci dönemin ilk vizelerinin telaşını yazıyorken buluyorum kendimi. Hatta şu satırları yazarken bile 'aslında şimdi ders çalışıyor olmam gerek' diyorum içimden. Lakin, sanırım yine sınav gecelerinin kahramanı olacağım. Ne hoş değil mi? Neyse neyse. Asıl mesele bu değil. Demek istediğim şu ki, zaman geçiyor, hem de birçok şeyi değiştirerek. Hayatımıza bir sürü yeni insanı dahil edip bir çoğuna ise isteyerek ya da istemeyerek sessiz bir 'elveda' diyoruz. Ama alışıyoruz herşeye. Garip değil mi? Bir an bile görmeden dayanamadığımız insanların yoklukları zamanla bişey ifade etmiyorken hep zaman geçirmek istediğimiz yeni insanların hayatımıza girdiğini farkediyoruz. :)) Tam şu noktada çok sevdiğim bir alıntıyı paylaşmak istiyorum: 

...Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur... "Düşmem" dersin düşersin "Şaşmam" dersin şaşarsın. En garibi de budur ya "Öldüm" der durur yine de yaşarsın..

İşte bu yüzden; anı yaşamayı öğrenmeli, ve şuan hayatımızda olan güzelliklerin değerini bilmeliyiz. Dün bitti, yarının ne getireceğini bilemiyoruz. Elimizde olan şey 'bugün'ümüz. Yapmamız gereken en mantıklı şey bunun tadını çıkarmak olmalı. Ne bileyim, kalp kırmaktan vazgeçebiliriz mesela. Kalp kırmak zor değil, önemli olan huzur içinde, birer sevgi pıtırcığı olarak yaşamak. Ah bunu farketsek, bir farkedebilsek... :))





Öyle işte. Neyse... 





23 Temmuz 2011 Cumartesi

Vee Sınav Sonuçları Ce-ee Yapar

Geçen defa çok karartmıştım içimi sana yazarken. Daha doğrusu içimdeki kara bulutları fazla fazla yansıtmıştım buraya; ama bu sefer güzel şeylerle çalıyorum kapını :) Neymiş o güzel şeyler? 
-Başlıktan da anlaşıldığı üzere, tüm umudumu bağladığım sınavla alakalı tabii ki :) İstediğim bölüme girebilmek için ihtiyacım olan puandan fazlasını aldım! Sadece tercih yapması ve sonucu beklemesi kaldı. Bir aksilik çıkmazsa seneye istediğim bölümün öğrencisi olacağım İnşAllah! :) Tanıyan bilir, psikoloji bölümüne aşığım. Yani, nasıl bir hedef-hayaldir bu ben de çözemedim ama o bölümün kapılarının bana açılmasının, ulaşmak için bir adımımın kalmış olmasının verdiği huzur paha biçilemez. Sonuç olarak, beklediğim mutluluğa tam olarak ulaşmama Allah'ın izniyle çok az kaldı. Dilerim ki bu sınav sonucunda herkes emeğinin karşılığını almıştır. Mutluluk güzel şey. Herkes tatsın bu duyguyu inşAllah.


Bu arada,
Bu sınava girmeye karar verişimi, sınav günü ve sınav sonucu heyecanlarımı benimle birlikte yaşayan, bana destek olan çok değerli insanlara sahibim. Onlara buradan sonsuz teşekkürlerimi sunarken onları çok sevdiğimi de belirtmek istiyorumm :))  [Havaya girdim, az daha devam edersem "Beni sizler yarattınız" dicem. =D] Böylesine sevilmek o kadar güzel bi duygu ki, çevremde onlar gibi insanlar bulunduğu için çok şanslıyım..


Öyle işte..
Neyse.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Öylesine..

Birşeyler karalamak için geçtim bilgisayarın başına; ama 15 dakikadır öylece ekrana bakıp ne yazacağımı düşünüyorum. Aslında  ne yazacağımdan çok yazmaya nereden başlamam gerektiğini düşünüyorum.. 

Buraya ne yazarsam yazayım, ortak ve kesin olan bir şey var ki o da hayatın zorluğu... Mesela, tatlı heyecanların ardındaki acı gerçekler gibi...Umutla beklediğiniz şeylerdeki umut ışığının sönmesi gibi.. Mutluluğunuzun aniden bitmesi gibi.. Bu ve bunun gibi örnekler ne yazık ki arttırılabilir. En azından kendi yaşantımı düşünürsem bu böyle. -Çok kararttım içimi değil mi? Hep diyorum zaten: Ne yapıyorsam kendi kendime yapıyorum :) Kendime düşman mıyım neyim anlamadım gitti.  :)) Konuyu değiştireyim madem diyeceğim ama sıradaki konular da öncekiler kadar acı.. Bu vatanın askerleri bir bir şehit edilirken, huzurdan nasıl bahsedilebilir ki. Bugün Diyarbakır'da verdiğimiz 13 şehitten bahsediyorum.. Ne acı değil mi hala zaman zaman verdiğimiz büyük kayıplara "DUR" diyemeyişimiz.. Bu konuda aslında diyecek pek bir şeyim yok gibi.. Kelimeler tıkanıyor.. Ama   "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rabbleri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş  olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler." (Ali Imran, 3/169-170)  << bu ayet biraz olsun teselli eder bizleri..



Fazla fazla karanlık şeyler yazdım gibi.. Bugün de böyle olsun bakalım.
Öyle işte..
Neyse.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Geleceğinin Adresi - YGS / LYS *

Başlıktan da anlaşılabileceği üzere bu seferki konumuz geleceğe ışık tutan (!) üniversite sınavları.. Bugün, bu yaşıma kadar  3. kez üniversite sınavına girmiş bulundum. Taa 2 sene öncesinde girmiştim nam-ı değer ÖSS'ye. Ve kişiliğimle hiç alakası olmayan bir seçim yapmıştım. Biraz zorunlu olmuştu ama olmuştu sonuçta. :) Üniversiteye başladım. Hazırlık bitti; kendime İngilizce'yi kattım. Sonra 1. sınıfa başladım; Endüstri Mühendisliği öğrencisiydim artık. Sonra baktım ki olmuyor, yapamıyorum... Ve bu bölümde kendimi istediğim gibi geliştiremeyeceğim gerçeğiyle yüz yüze geldim. ."Zararın neresinden dönersen kardır" düşüncesinden yola çıkarak yeniden üniversite sınavlarına hazırlanmaya karar verdim. Bölüm dersleri mi?Onları sorma hiç. :) Bölümdeki durumumu sınıf arkadaşlarım benden daha iyi bilir. :) Yalnız bu defa ÖSSyi birkaç parçaya bölmüşler. Onu da koparmışlar benliğinden. Parça pinçik etmişler yani. :)  ÖSS olmuş YGS-LYS. Mart'ta YGS sınavına girdim. Puanım fena olmasa da maraton bitmiş değildi, daha önümde LYS1-LYS3 vardı.LYS1 dedikleri şey Mat-2den ibaretti. Hiç çalışmadım. Evet, çok ciddiyim. Kendimi bu duruma ittiğim halde çalışmadım. Matematikte güvenmiyorum çünkü kendime. 10 tane yapsam yeterdi; ama bu güvensizlik o kadar büyüktü ki onu bile yapamayacağımı düşünüyordum .Girdim,yaptım bir şeyler çıktım. Hedeflediğim soru sayısını az da olsa aştım (sanırım). Öyle ya da böyle bitti işte ikinci etap. Kaldı mı sana "Edebiyat-Coğrafya". Edebiyat'tan nedense ümitliyim. Seviyorum yani (her ne kadar ezberim kuvvetli olmasa da) Ama Coğrafya için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Aslında Coğrafyayı severdim ama lisedeki Coğrafya hocamız beni dersten de kendisinden de soğuttu. (Buradan kendisine selamlarımı iletiyorum. :)) Şu son bir hafta, canımı dişime takıp "Edebiyat-Coğrafya" çalışmalıyım. Evet evet, bunu yapabilirim. Neden yapamayayım ki? Ne de olsa ucunda "hayallerim" var değil mi? :)) Velhasıl kelam, heyecanlıyım. Biraz da stresli. Korkuyor da olabilirim ama ümitsiz değilim. Benim hala umudum var. Önemli olan da bu değil midir zaten? Umudu olmadan yaşayamaz insan. *

********************************************************
Bu arada, sınavım için bana mesaj atan dostlarım vardı gerek Endüstri'den gerekse başka vesilelerle tanıştıklarımdan. Çok mutlu olduğumu söylemeden geçmek istemiyorum. :) Sevildiğimi, değerli olduğumu anladım. Ve kendimi çok şanslı hissettim. 
Sizleri seviyorum dostlarım. 
 İyi ki varsınız 

********************************************************

10 Haziran 2011 Cuma

İdealin, karanlığını aydınlatan ışığındır

 
Hedefindir ideal dedikleri. 'İnsanın olmak istediği şey'dir. Göğsünü gere gere "ben buyum" demesini sağlayan kavramdır. İdealleri olmalı insanın. İdeal başarı için çizilen yoldur. İdealler için gerekirse zaman zaman risk almaktan çekinmemeli insan. İdealist olmalı etrafa içten tebessümler yaymak için..

Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum mesleğe ulaşabilmek için büyük bir risk aldım ben. Kendimi "cesaret abidesi" olarak adlandırabilirim sanırım. Şuanki durumumdan haberdar olan çoğu insan geç kaldığımı söylüyor. Ama; sırf bir senem kaybolmasın diye hayatım boyunca pek de ilgim olmayan bir mesleği yapmaktansa bir senemi feda ederek ömrüm boyunca beni mutlu edecek bir mesleğe atılmanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum. Kolay olmadı bu kararı vermek tabii. Çünkü aldığım kararla kendimi bir anda ciddi bir riskin ortasında buldum :) "Ya olmazsa" düşüncesi kafamı kurcalamıyor değil lakin şunu söylüyorum artık: "Ya olmazsa demek yok, çok çalışmak var."   :)) Bu saate kadar ayakta kalma nedenim de buydu zaten. Çalışıp sabırla ' o günler'i bekliyorum.
İlk büyük güne son 8gün, sonrakine ise 16! Bakalım hayat bize nasıl oyunlar oynayacak..

Şunu demeden geçemeyeceğim;
>Bu kez, mutluluk kokusu alıyorum gerçekten. Tabi ne olacağını Allah'tan başka kimse bilemez de hani sanki istediğim olacakmış da sadece zamanını bekliyormuşum gibi bir his var içimde.